19 Kasım 2012 Pazartesi

ON DOKUZUNCU DEVÂ


 

ON DOKUZUNCU DEVÂ

 


Cemîl-i Zülcelâlin (sınırsız yücelik ve sonsuz güzellik sahibi Allah’ın) bütün isimleri, "Esmâü'l-Hüsnâ - Allah'ın en güzel isimleri" tabir-i Samedânîsiyle (hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşeyin O’na muhtaç olduğu Allah'ın ifadesiyle) gösteriyor ki, güzeldirler.

 

Bu Devada Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Kuran’da Esmaül Hüsna diye geçen Allah’ın güzel isimlerinin neden güzel olduklarını, aşağıda “HAYAT” örneği ile açıklayacak. Ve hastalıkla bağ kuracak.

 

Mevcudat (yaratılan herşey) içinde en lâtif (güzel, hoş), en güzel, en câmi (kapsamlı) âyine-i Samediyet (hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşeyin O’na muhtaç olduğu Allah'ın isim ve sıfatlarının yansıdığı aynası) de hayattır. Güzelin aynası güzeldir. Güzelin mehâsinlerini (güzelliklerini) gösteren ayna güzelleşir. O aynanın başına o güzelden ne gelse güzel olduğu gibi, o hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel olan o Esmâü'l-Hüsnânın güzel nakışlarını gösterir.

 

Bu paragrafı kısaca açıklamak gerekirse şöyle diyebiliriz. Bir ayna düşünün. Güzel bir kıza ait. Kendini seyrettiği zaman ayna güzelleşir. Çünkü aynada güzel yüz vardır. Allah’ta her İnsanı güzel İSİmlerine bİrer ayna olarak yaratmıştır. Her insanda Allah’ın pekçok güzel isimlerinin yansıması vardır. Kimi insan Rahman yani çok merhametli; kimisi Latif çok yumuşak, nazik; kimisi herşeye sahip kral; kimisi çok sabırlı; kimisi alim, doktor, ressam, mimar; kimisi karşılıksız iyilik yapmayı seven, vs…

 

Kısaca Allah’ın güzel isimlerinin yansıdığı ayna HAYAT’tır. Cenabı Allah, güzelin kendisini aynada seyretmeyi sevdiği gibi, güzel isimlerinin yansımasını insanlarda seyretmeyi severmiş. Değil miki Allah’tan, Hayatta insanın başına ne gelirse gelsin güzeldir. Bu hali özümseyen Yunus Emre Hazretleri (1238-1320) der ki:

 

Cana cefa kıl ya vefa

Kahrın da hoş, lutfun da hoş,

Ya derd gönder ya deva,

Kahrında hoş, lutfun da hoş.

 

Hoştur bana senden gelen:

Ya hilat-ü yahut kefen,

Ya taze gül, yahut diken..

Kahrında hoş lutfun da hoş.

 

Gelse celalinden cefa

Yahut cemalinden vefa,

İkiside cana safa:

Kahrın da hoş, lutfun da hoş.

 

Gerek ağlat, gerek güldür,

Gerek yaşat gerek öldür,

Aşık Yunus sana kuldur,

Kahrında hoş, lutfun da hoş.

 

Hayat, daima sıhhat ve âfiyette yeknesak (tekdüze, monoton) gitse, nâkıs (noksan) bir ayna olur. Belki bir cihette (yönüyle) adem (yokluk, hiçlik) ve yokluğu ve hiçliği ihsas edip (hissettirip) sıkıntı verir, hayatın kıymetini tenzil eder (düşürür) , ömrün lezzetini sıkıntıya kalb eder (dönüştürür). Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefahete, ya eğlenceye atılır. Hapis müddeti (süresi) gibi, kıymettar (değerli) ömrüne adâvet (düşmanlık) edip, çabuk öldürüp geçirmek istiyor.

 

Burada Allah’ın isimlerinin yansıdığı ayna olan Hayat’ın, ne zaman sıkıcı olacağını açıklıyor. SÜREKLİ sağlık ve afiyette olan bir hayat eksiktir, insana sıkıntı verir, hayattan lezzet alamaz, diyor. Çünkü hayatı daima sağlıkla, yani monoton geçen insan, yokluğu, hiçliği hisseder, yani yaşamadığını hisseder ve hayattan lezzet yerine sıkıntı duyarmış. Bunun içinde biran önce şu ömür bitsin diye eğlenceye ve zevklere atılırmış. 

 

Fakat tahavvülde (değişiklikle) ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor (değerini hissettiriyor), ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor. Meşakkatte ve musibette dahi olsa (zorluk ve sıkıntıda olsa bile) , ömrün geçmesini istemiyor. "Aman güneş batmadı, ya gece bitmedi" diye sıkıntısından of, of etmiyor.

 

Evet bunun aksine hareketlilik ise ömrün değerini artırıyor. Bu anlatılanlar kalp atış grafİğİne benziyor. Ekranda kalbi zikzak çizgilerle atan insan, yaşıyordur, düz çizgi olursa ölmüştür. Zikzak çizgilerle, yani bela sıkıntılarla insan yaşadığını hisseder, mücadele eder, hayatından lezzet alır. Zaman geçmiyor diye şikayet etmez.

 

Evet, gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi mükemmel bir efendiden sor, "Ne haldesin?" Elbette, "Aman vakit geçmiyor; gel bir şeş beş oynayalım. Veyahut vakti geçirmek için bir eğlence bulalım" gibi müteellimâne (elem duyarcasına) sözleri ondan işiteceksin.  Veyahut tûl-i emelden (uzun yaşama arzusu yüzünden bitmeyen istekler) gelen, "Bu şeyim eksik; keşke şu işi yapsaydım" gibi şekvâları (şikayetleri) işiteceksin.

 

Bu paragrafta, daima rahat ve afiyette monoton bir ömür süren insanın, ruh halini anlatmış.

 

Sen bir musibetzede (başına bela, sıkıntı gelen kimse) veya işçi ve meşakkatli (zorluklar içinde) bir halde olan bir fakirden sor, "Ne haldesin?" Aklı başında ise diyecek ki: "Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşke çabuk güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit çabuk geçiyor, ömür durmuyor, gidiyor. Vakıa (Gerçi) zahmet çekiyorum; fakat bu da geçer. Herşey böyle çabuk geçiyor" diye, mânen ömür ne kadar kıymettar (değerli) olduğunu, geçmesindeki teessüfle (üzülerek) bildiriyor.

 

Bu paragrafta ise, daima zorluk ve sıkıntılarla bir ömür süren insanın, ruh halini anlatmış.

 

Demek, meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.

 

Gayet sade bir dille, bu iki hale ait tespitini bildiriyor.

 

Ey hasta kardeş! Bil ki, başka risalelerde tafsilâtıyla (detaylarıyla) kat'î bir surette ispat edildiği gibi, musibetlerin, şerlerin, hattâ günahların aslı ve mayası ademdir (yokluktur). Adem ise şerdir, karanlıktır. Yeknesak (tekdüze, monoton) istirahat (dinlenmek), sükût (sessizlik), sükûnet (hareketsizlik, sakinlik), tevakkuf (durgunluk) gibi hâletler (gibi durumlar), ademe, hiçliğe yakınlığı içindir ki, ademdeki karanlığı ihsas edip (hissettirip) sıkıntı veriyor. Hareket ve tahavvül ise, vücuttur (var oluştur) , vücudu ihsas eder. Vücut ise hâlis (katışıksız, tertemiz, samimi) hayırdır, nurdur.

 

Bediüzzaman Hazretleri bu paragrafta hastalara sesleniyor. Yukardaki açıklamayı tekrar ederek pekiştiriyor. Sürekli sağlık ve afiyette olan bir hayat eksiktir, insana sıkıntı verir, hayattan lezzet alamaz, diyor. Çünkü hayatı daima sağlıkla, yani monoton geçen insan, yokluğu, hiçliği hisseder, yani yaşamadığını hisseder ve hayattan lezzet yerine sıkıntı duyarmış. Hareketlİlİk İse yaşadığını hİssettİrİr, hayırdır, nurdur, diyor.

 

Madem hakikat budur; sendeki hastalık, kıymettar hayatı sâfileştirmek (saflaştırmak), kuvvetleştirmek, terakki ettirmek (yükseltmek) ve vücudundaki sair cihazat-ı insaniyeyi (diğer organlarını) o hastalıklı uzvun etrafına muavenettarane (yardım edercesine) müteveccih etmek (yöneltmek) ve Sâni-i Hakîmin (Herşeyi hikmetle Yaratan eşsiz Sanatkar olan Allah’ın) ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi çok vazifeler için, o hastalık senin vücuduna misafir olarak gönderilmiştir. İnşaallah çabuk vazifesini bitirir, gider. Ve âfiyete der ki: "Sen gel, benim yerimde daimî kal, vazifeni gör. Bu hane senindir, âfiyetle kal."

 

Bir önceki Devanın sonunda dediği gibi, inşallah hastalık vazifesini çabuk bitirip gider, diyor ve vücudumuza misafir olarak gönderilen hastalığın, pekçok vazifelerinden birkaç tanesini sayıyor.

 

ALLAH Hastalığı,

* Kıymetli hayatı saflaştırıp, güçlendirip yükseltmek. (hastanın kalbi yumuşuyor, güçleniyor ve sabrederek cennetteki derecesini yükseltiyor.)

* Vücudundaki diğer organları hastalıklı organa yardım ettirmek. (Bediüzzaman Hazretleri, burada tıbbi bir bilgi veriyor.)

* Allah’ın güzel isimlerinin nakışlarını göstermek. (Mesela, Şafi, Şifa veren isminin her hastalığı türlü sebeplerle şifa vermesi.)

Gİbİ vazİfeler İçİn vücudumuza MİSAFİR olarak göndermİştİr.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder