19 Kasım 2012 Pazartesi

ON SEKİZİNCİ DEVÂ


 

ON SEKİZİNCİ DEVÂ

 


Ey şükrü bırakıp şekvâya giren hasta! Şekvâ (şikayet) bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi (kaybolup gitme) olmamış ki şekvâ ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın. Cenâb-ı Hakkın hakkını vermeden, haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekvâ ediyorsun.

 

Bediüzzaman Hazretleri bu Devayı gayet sade anlaşılır bir dille yazmış. Şükretmesi gereken insanın neden şikayet etmemesi gerektiğini açıklıyor ve eğer senin bir hakkın yendiyse ondan şikayet edersin, nedir bu sürekli şikayetin, demek istiyor. Sen daha şükür borcunu ödemedİnkİ şİkayet edesİn, diyerek bu devada bu konuyu aşağıda sade, güzel bir anlatımla açıklayacak.

 

Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki (derece) sıhhatli olanlara bakıp şekvâ edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan biçare (çaresiz) hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin. (sorumlusun) Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak. Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan âmâlara (kör) bak, Allah'a şükret.

 

Yukarıda bahsetmiştim, 2012’de boyundan aşağı hiçbir kası çalışmayan kas hastası dostumu ziyaret etmiştik. Onu görünce halime çok şükretmiştim. Ben kendi başıma tuvalete gidebilecek sağlık için hayaller kuruyordum. O ise, Celal abisi gibi eliyle bardağı tutup kaldırıp çay içebilmeyi… Annesi içiriyordu çünkü.

 

Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şekvâ etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet (bela, sıkıntı, dert) noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, şükretsin. Bu sır bazı risalelerde bir temsille (örnekle) izah edilmiş. İcmâli (özeti) şudur ki:

 

Mutlu ve huzurlu olmanın yolu şükürdür. Şükretmenin formülünü veriyor. Allah ona zenginlik, bana fakirlik verdi diye şikayet etme, KANAAT ET haline şükret. Bela, hastalık noktasında ise KENDİNDEN DAHA ZOR durumda olanları gör, düşün ve çok şükür bugünüme diyerek haline şükret…

 

6000 sayfalık Risalei Nur’un bazı risalelerinde bu formülü güzel bir örnekle açıklamış, özeti şöyleymiş:

 

Bir zat, bir biçareyi bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor.

 

O mütenevvi (çeşit çeşit) hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnettarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe sayıp, şükretmeyerek, yukarıya bakar.

 

"Keşke bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım! Niçin o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil?" deyip şekvâya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, (nankörlük) bir haksızlıktır.

 

O kadar güzel anlatmışki Allah razı olsun. Minarenin herbir BASAMAĞINI ömrümüzden BİR YIL gibi düşünelim. Bizi minareye çıkaran kişi, her basamakta bize türlü hediyeler veriyor ama tek istediği karşılık, ona TEŞEKKÜR etmemizdir… Örnekle bağdaştırırsak, Allah, ömrümüzün her anında bizi türlü nimetlere boğuyor. Ama bırakın şükrederek teşekkür etmeyİ, günah İşleyerek O’na küfür etmİş oluyoruz.

 

Öyle de, bir insan hiçlikten vücuda gelip (var olup) , taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, Müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde, bazı arızalarla, sıhhat ve âfiyet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya sû-i ihtiyarıyla (kötü seçimiyle) veya sû-i istimaliyle (kötü ameliyle) elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği için şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek, "Aman, ne yaptım böyle başıma geldi?" diye rububiyet-i İlâhiyeyi (Allah’ın bütün varlık alemini kuşatan hakimiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesini) tenkit etmek (eleştirmek) gibi bir hâlet (ruh hali), maddî hastalıktan daha musibetli, mânevî bir hastalıktır. Kırılmış elle döğüşmek gibi, şikâyetiyle hastalığını ziyadeleştirir. (artırır)

 

İnsanın şikayetten önce düşünmesi gerekirmiş. Ben taş, bitki, hayvan değil, insan olarak yaratıldım. Müslümanım, imanım var, türlü nimetlere sahibim, demesi gerekirmiş. Evet elhamdülillah, her zaman bunu düşünür halime şükrederim. Afrika’da yamyam, veya Hindistan’da öküze tapan birinin oğlu olarakta dünyaya gelebilirdim. Bunları düşününce nasıl şikayet edeyim, kaldıki şikayet, Allah’ı merhametsizlikle suçlamak olur. Bediüzzaman Hazretleri bu durum, hastalığından daha kötü bİr hastalıktır, diyor. Ve bu halinden sürekli şikayet etme durumu, kırılmış elle döğüşmek gibi hastalığını daha da artırmaktan başka bir işe yaramaz, diyor. 

 

Âkıl (akıllı kişi) odur ki,

"O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde 'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır' derler." Bakara Sûresi, 2:156.

sırrıyla teslim olup sabretsin, tâ o hastalık vazifesini bitirsin, gitsin.

 

Akıllı kişi bu ayet gereği, Bu da geçer Ya HU (Bu da geçer Ey Allah’ım) , diyerek sabreder ve hastalığın vazifesi bitince Allah ona şifa verir, diye bitiriyor.

 

Hastalığın çeşitli vazifeleri vardır. Aşağıdaki 19. Devanın sonunda sayılan vazifelere ek olarak fakirin öğrendiği şu vazifeleri de vardır: Günahları affettirici kefaret, cennetteki dereceyi yükseltici, Kulu gafletten uyandıran uyarıcı, vb…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder